Klişeleşmiş kalıplar üzerinden sistem eleştirisi yapan sayısız film izledik beyazperdede. Kamera arkasında kendini kanıtlamış baba yönetmenlerin olduğu, başrolde yıldız isimlerin yer aldığı ve milyon dolarların konuşulduğu dev bütçeli nice film…

Türkçe’ye İstila adıyla çevrilen ve Nisan 2011’de Türk seyircisiyle buluşan Gareth Edwards imzalı ‘Monsters’, benzerlerinin aksine düşük bütçe ve abartılmayacak oyunca kadrosuyla karşımıza çıkıyor. Senaryonun da altında imzası bulunan yönetmenin ilk filmi olması ise ön plana çıkan bir diğer nokta. Çoğu kişiye göre handikap sayılacak bunca özelliğe sahip bu filmle İngiliz yönetmen Edwards’ın başarılı bir iş çıkardığını söylemek ve hakkını teslim etmek gerekir. Filmin maliyetiyle ilgili de bir parantez açalım. 1 milyon Dolar’ın altında çekilen Monsters 800.000 $ bütçeyle karşımıza çıkıyor.

NASA yaptığı çalışmalar sonucunda Güneş sisteminde yeni bir yaşam formu bulur. Araştırmalar sonucunda elde edilen numuneler Orta Amerika’da kaza sonucu yayılır ve yaratıklar ortaya çıkar. İnsanlık tehdit altındadır(!) ve hikaye böylece başlamış olur. Ancak sizi baştan uyarayım. Bu filmde ne ufolar, ne uzay gemileri ne de bol aksiyon bulamayacaksınız. Film genel olarak ‘gerilim-macera-duygusal’ üçgeninde ağır ama seyirciyi sıkmayan bir tempoyla ilerliyor.

Amerikan Hükümeti yapılan bu hatayı telafi etmek için düğmeye basar! Çok geçmeden yasak bölge ilan edilen Meksika, bombalar ve kimyasal silahlarla yerle bir olur. Hedef, canavarı yok etmektir! Ancak birçok insan hayatını kaybeder. Orada yaşayanlar için herhangi bir önlem alınmadan operasyonlar devam eder. Sadece bazı yerler ‘yasak’ ve ‘hastalıklı bölge’ ilan edilir. Kimyasal silahlar ve savaş uçaklarıyla yetinmeyen Amerika, yaratıkların kendi topraklarına girmesini engellemek için Amerika-Meksika sınırı boyunca yüksek, devasa duvarlar inşa eder.

O sırada Meksika’da bulunan gazeteci Andrew Kaulder ve patronun kızı olan Samantha Wynden’ın yolları kesişir ve Amerika’ya(güvenli topraklara!) dönüş maceraları başlar. Bu tehlikeli yolculuk sırasında karşılaştıkları manzaralar, insanlar, cesetler ve aralarında geçen diyaloglar yönetmenin abartıya kaçmadan, seyirciye vermek istediği mesajı gözler önüne serer.

Film boyunca yaratıkları sadece birkaç kez görebiliyorsunuz. Edwards, kapitalizme yönelttiği eleştiriyi yaparken yaratık ya da uzaylı kavramını alt unsur olarak kullanmış ve dozu çok iyi ayarlamış.

Filmin ilerlemesiyle Andrew ve Samantha arasında gittikçe güçlenen duygusal bağa tanık oluyoruz. Ki en vurucu sahnelerden biri olan öpüşme ve askerlerin gelip onları ayırdığı sahne son derece etkileyici.

Filmin en iyi sahnesi ise kahramanlarımızın Amerikan sınırına yaklaştıklarında, dev duvarları görüp şaşkınlıklarını gizleyemedikleri sahnedir. Genç gazeteci Andrew’in cümleleri Whitney’in gözyaşlarıyla son bulur.

-Amerika’nın dışından içeriye bakmak farklıymış. Dışarıda oturup içeriye doğru bakıyoruz. Eve gittikten sonra da her şeyi kolayca unutacağız. Yani yarın kendi ayrı hayatlarımıza döneceğiz. Mükemmel sandığımız ‘Mahalle Evlerimize…’

Tavsiyem bu filmi izleyin. Ama tekrar ediyorum bol aksiyon beklentiniz olmasın. Diyaloglara ve karelere dikkat edin. İyi seyirler.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here