Keşke savaşlar olmasa, insanlar ölmese ve barış hüküm sürse her yerde. İnsanlar hiç uğruna can vermese, solmasa çiçekler ve güneş hep aydınlatsa yeryüzünü bombaların ışığı olmadan. Böyle bir dünyada yaşayabilsek. Tank sesleriyle uyanmak yerine hep baharın sesini duysak. Ve savaş keşke dünyanın kaderi olmasa; sessizce terk edip gitse dünyayı; tüm silahlar gömülse toprağa ve ardından umutlar yeşerse kalplerde; bir daha hiç gitmemecesine.

Robert Capa… Savaş karşıtı bir savaş fotoğrafçısı. Ömrünü nefret ettiği savaş meydanlarında geçiren ve yine son nefesini bir savaş meydanında veren; dünyanın kabul ettiği en büyük savaş fotoğrafçısı. Belki de o ve onun kareleri olmasaydı biz bugün savaşın iç yüzünü, meydana gelen yıkımları ve insan katliamlarını böylesine canlı ve böylesine sıcak göremeyecektik. Capa’nın fotoğrafları savaşın acımasızlığını gözler önüne serdi. Biz sıcacık evimizde otururken savaşın yerle bir ettiği hayatların hissettiklerine ortak olduk. Gözyaşlarına boğulduk, sesimizi yükselttik, isyan ettik sıkılan her mermiye, atılan her bombaya ve yitip giden her umuda. Belki de bize insan olduğumuzu hatırlattı her bir kare.

Capa, Yahudi bir terzinin oğlu olarak 1913’te Budapeşte’de doğdu. Asıl adı Andre Friedman. İsmini fotoğraf alanında isim yapmaya başladıktan sonra Robert Capa olarak değiştirmiştir. Capa, gençlik yıllarında akıl hocası olan şair ve ressam Lajos Kassak’ın kurduğu entellektüel topluluğa katılır. Bu yıllarda fotoğrafla tanışır. 1931 yılında siyasal olaylardan dolayı ülkesini terk etmek zorunda kalır ve Berlin’e göç eder. Burada ilk Leica makinesine sahip olan Capa kendi gibi fotoğrafçı olan karısı Gerda Toro ile ‘Dephat’ fotoğraf ajansına katılır. Burada yaptığı işler sayesinde ilk kez adı uluslararası alanda duyulur. 1933 yılında Hitler’in yükselmesiyle birlikte Capa, bir karar alır; karısı ve ajanstan birkaç arkadaşıyla birlikte Viyana’ya gider. Orada birkaç ay çalışmalarına devam eden ünlü fotoğrafçı daha sonra ülkesi Budapeşte’ye geri döner ve en son Paris’e yerleşir. İşi gereği İspanya’ya ilk  seyahatini gerçekleştirir. Burada birkaç foto röportaj yapar. Bu süreçte Capa, İspanyolların yaşamından ve sıcaklığından öyle etkilenir ki etrafına kendisini Roberto diye tanıtır. 1936 yılında o ve karısı İspanya’daki iç savaşın ortasında bulurlar kendilerini. Capa, bu dönemde baş yapıtları sayılacak fotoğraf çalışmaları yapmıştır. Bu çalışmalar dünya çapında çeşitli dergilerde yayınlanmıştır. Özellikle Capa’nın 1936 yılında Cordoba cephesinde çektiği ‘Düşen Asker’ fotoğrafı onu artık dünyanın tanıdığı bir fotoğrafçı haline getirmiştir. Bu fotoğraf günümüzde hala tartışılan bir fotoğraftır. İspanya fotoğraflarında Capa, yoğun bir şekilde savaşın yol açtığı göç olgusu ve doğurduğu yıkımları görmemizi sağlar. Ancak öte yandan da Capa, fotoğraflarıyla savaşın vurduğu insanların umutlarını tekrar yeşerterek hayata tutunmalarını yansıtır. Onun yapmış olduğu en önemli vurguysa; teknolojinin yok ediciliği ve acımasızlığıydı. Robert Capa bu fotoğraflarla Pulitzer Ödülünü kazandı. İspanya savaşı Capa’nın isim yapmasını sağlarken bir yandan da karısının ölümüyle sarsılmasına neden oldu. Acıyı ve başarıyı birlikte tattı Robert Capa. Savaştan sonra Paris’e döndü. Ancak Paris o yıllarda Almanya tarafından işgal edilmişti. Capa bu yüzden Amerika’ya gitti ve Amerikan vatandaşı oldu. 2. Dünya Savaşı yıllarında Capa,  birçok savaşı izledi. Bunlardan en önemlisi Normandiya çıkarmasıydı. Ancak Capa, burada bir şanssızlık yaşadı. Çıkartmanın yapıldığı yerde tam 106 kare çekti ancak İngiltere’ye gönderdiği bu fotoğraflar 15 yaşındaki bir gencin filmlerin yıkanması sırasında yaptığı bir hata yüzünden yandı. Günümüzde Normandiya çıkartmasından yalnızca 11 tane fotoğraf kaldı. 1947 yılındaysa Capa hayatının en önemli işlerinden birine imza attı ve yakın dostu David Seymour ile Magnum Fotoğraf Ajansı’nı kurdu. Dönemin ünlü fotoğrafçıları bu ajansta toplandı. Capa, ajansın Paris yöneticiliğini sürdürürken bir yanda da foto röportajlarına devam etti.  Ölümüyse adına yakışır cinstendi. Hayatını verdiği fotoğraf, onun bu hayata erken veda etmesine sebep olacaktı. Capa, 1954 yılında Fransa’nın Vietnam işgalini izlerken kara mayınına basması sonucu hayatını kaybetti.

Hayatı boyunca 5 büyük savaşı fotoğraflayan Capa’nın korkusuzluğu ve silahsız olarak –elinde sadece fotoğraf makinesiyle- savaş meydanlarına, cephelere gitmesi tartışma konusu olmuştur. Capa’nın mermilere, bombalara bu kadar yakın olmasının sebebi belki de onun fotoğraf konusundaki bu düşüncesiyle açıklanabilir:’’ Fotoğrafın yeterince iyi değilse olaya yeterince yakın değilsin demektir’’ der Capa.

‘’Hayatımın sonuna kadar bir savaş fotoğrafçısı olarak işsiz kalmak istiyorum’’

 

 

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here