Sıcak-soğuk, alkollü-alkolsüz toplam 19 bardak içecek, maksimum düzeyde fast food, yüksek dereceden güneş yanıkları, yorgunluk, non stop müzik, eğlence ve özgürlük…
Günler öncesinden yaptığımız hazırlıklar, fikir alışverişleri, yanımızda ne götürsek ya da götürmesek muhabbetleri derken nihayetinde festival günü kapıya dayandı. Keyifli ve müzik dolu bir hafta sonu bizi bekliyordu. Ama kaygılarımız da yok değildi. 4 kişiden oluşan ekibimizde hiçbirimizin kamp tecrübesi neredeyse hiç yoktu ki 2 günün sonunda bu konuda ne kadar tecrübeli ve olaya ne kadar hakim olduğumuzu anlamıştık; berbattık. Ama bütün yaşadığımız sıkıntılara rağmen –zemine uygun malzeme sıkıntısı, gece hissettiğimiz soğuk hava, sabah çadırın içindeki sıcaklık ve nem- çadır muhabbetlerimiz iyiydi, eğlenceliydi. Neyse bu konuyu birazdan detaylarıyla yazacağım.
Cumartesi sabahı 8:30’da bizim çocuklarla AKM’nin önünde buluşmak üzere sözleştik. 9 servisiyle yola çıkıp vaktiyle yerleşiriz diye düşünmüştük. Günsu, Hikmet ve ben tam saatinde oradaydık. Ancak ekipte Ahmet vardı. Adam neticede uyku manyağı. Beklenen oldu ve servise yetişemedi. Neyse arkamızdan geldi. Birkaç saat sonra elinde çadır ve çantasıyla giriş yaptı kamp alanına:)
İlk izlenimler… Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Hazerfan Havaalanı’na vardık. Bilekliklerimizi almak için yine uzun uğraşların sonucunda giriş alanını bulduk. Öğle güneşinin altında elimizde çadırlarımız, sırtımızda çantalarımız artık kasabadaydık. Sıradaki olayımız kamp alanını bulmak, çadırları kurmak ve yerleşmekti. 400 bin metrekarelik alanda kamp alanını bulmak da sıkıntıydı haliyle. 3 kişi şuursuzca bir sağa bir sola yürüdük kamp alanını bulmak umuduyla. Yanından geçtiğimiz tabelaları bile fark edememiştik. Neyse ki Kamp alanına girdik; güzel bir yer bulup çadırımızı kurduk; hızlı, çevik ve olaya tamamen hakim biri olarak kısa sürede kurmuştum çadırı; tabi yardımcım Hikmet’in de bunda payı büyüktü:) . Güneş iyiden iyiye etkisini göstermeye başlamıştı. Yanıyorduk resmen. Kamp alanında gölge yer bulmak zordu. İşte o an anladık ki biz tecrübeli(!) kampçılar en büyük hatayı yanımıza güneş kremi almayarak yapmışız.
Biraz kamp alanından bahsedeyim. Birkaç kamp alanı vardı. Herhalde en iyisi bizim kaldığımız yerdi. Yakıcı güneşe karşı en azından gölün yanındaydık. Kamp alanında duş ve tuvalet kabinleri, alkolsüz içecek alabildiğimiz bir bölüm, sağlık ekipleri ve muhtarlık vardı. Evet yanlış duymadınız muhtarlık… Kamp alanından sorumlu görevliler için yapılmış bir bölümdü. Bizim gibi yeni gelenler çoğunluktaydı. Herkes iyi bir yer bulup çadır kurmanın derdindeydi. Ortam gittikçe rengarenk bir hal almaya başlamıştı; cıvıl cıvıldı her yer. Her renkten çadırlar, şemsiyeler ve kalabalık…
Neyse… Ahmet’in de aramıza katılmasıyla ekip tamamlanmıştı. Sıra etrafı keşfetmeye gelmişti. Nakit para geçmediği için Garanti Bankası noktalarından festivale özel para kartlarımızı aldık ve yükleme yaptık. Artık tamamen hazırdık. Önce yemek alanına gittik. Fiyatları gördüğümüzde şaşırdık. Çünkü kiminle konuşsak herkes fiyatların aşırı derecede pahalı olacağından bahsediyordu. Halbuki fiyatlar çok normaldi. Örneğin Mcdonalds’ta Bigmac 12 TL, Dominos’ta bir dilim pizza 2,5 TL gibi… Fiyatların iyi olmasına çok sevinmemizin nedeni de şuydu tabi. Yemek için ne kadar az para harcarsak alkol için daha çok harcayacaktık. Ayrıca yemek konusunda şunu da söylemeliyim. Aşağı yukarı 20’ye yakın farklı marka vardı ve hiç sıkıntı yaşamadan rahatça yemek yiyebildik. Fast food’un dışında nohut-pilav ve mantı bile vardı yani o derece. Mideleri doldurduktan sonra gezmeye başladık. Bir yandan alana yeni giriş yapanlar, bir yandan çeşitli stantlarda eğlenenler… Ancak tek bir problem vardı ki; güneş. Yorulan ve kavrulan insanlar telaş içinde gölge bir yer bulmanın peşindeydi. Bizde aynı şekilde etrafı gezdikten sonra bir umut gölge bir yer aramaya başladık. İlk bulduğumuz yeri işgal ederek ana sahnenin ilk performansı olan Çilekeş’i beklemeye başladık. Ama Çilekeş hayal kırıklığı yaşattı sağ olsun. Adamlar sanki yeminliydi ilk abümlerinden çalmamaya. Neyse ki Çilekeş’ten sonra Kurban sahne alıyordu. Mutluyduk, heyecanlıydık konser saatini beklerken. Muhteşem, manyak ve fazlasıyla tatmin edici bir performans… Konser sırasında bol bol su yememiz, kendimi pogonun ortasında bulmam ve daha ikinci konserde sesimin kısılması.
Bana göre ilk gün ikinci günden daha iyiydi. Çünkü az önce de bahsettiğim gibi Kurban ile başlayan müzik ziyafeti, Duman, Limp Bizkit ve hayatımda daha önce hiç dinlemediğim Motorhead ile tavan yapacaktı. Motorhead için ayrı bir parantez açmalıyım. Grubun solisti Lemmy Kilmester 1945 doğumlu. Davul ve gitaristin de o yaşlarda olduğunu düşünün. Ayrıca bu adamlar sadece 3 kişi ve hepsi 50li yaşları çoktan geçmiş. Adamları izlerken bu nasıl enerji, bu ne kafası, ben neredeyim triplerine girdim. Tek kelimeyle müthiştiler. Performanslarını tek başıma izledim. Yanımdaki tipler headbanger, gothik, sağlam tiplerdi ve herkes tek bir ağızdan Motorhead’e eşlik ediyordu. Bense büyülenmiş bir şekilde kımıldamadan dinliyordum. Konser sonunda büyülenmiş gibiydim… Kendimden geçtiğim bir an vardı ki grubun davulcusu Mikkey Dee’nin hayvan gibi çalarken aynı anda sağ eliyle havaya baget fırlatması; en az 10 baget. Saygıyla eğiliyorum önlerinde… Gecenin son performansı lise yıllarımın değişmez gruplarında Limp Bizkit’indi. Ama ya enerjimin tükenmesinden, ya kalabalıktan olacak konseri yarıda bırakıp çadıra döndüm. Şanssızlığım şu ki ben ayrıldım herifler Behind Blue Eyes’ı veRollin’i çaldılar. Gece 12’yi geçmişti. Gündüz bizi tamamen ele geçiren güneş, gece olunca yerini soğuğa bırakmıştı. Sıkıntı şu ki çadır zemini için kalın bir şey getirmemiştik. Sert zemin bir yana bir de soğuk vardı. İçimizde en kötü durumda olan Ahmet’ti. Tişörtünü zemine yaydı, yattı ve üşümemek için yine nevresim niyetine başka bir tişört kullandı. Sabah kalktığında bazı sağlık problemleri yaşadı:) Benim durum Ahmet’e göre biraz daha iyiydi. Günsu’nun getirdiği polar sayesinde daha sağlıklı bir durumdaydım.
İkinci gün… Geceyi atlattık derken sabah 8 buçukta uyanmak zorunda kaldık. Güneş tekrar o güzel yüzünü göstermişti! Çadırın içi hamam gibiydi desem herhalde abartmış olmam. Günün erken saatlerinde yanma seansımız başlamıştı yeniden. Kalktık ve hemen tuvalete, lavaboya koştuk ancak sular yoktu. Sert zemin, soğuk ve güneş yanıkları yüzünden birkaç saat uykuyla geçen bir gecenin ardından suların da olmaması büyük bir sıkıntıydı. Ve hepimiz tükenmiş bir şekilde ‘bu gece Travis’i de izledikten sonra basıp gidiyoruz’ şeklinde bir karar aldık. Neyse ki günün ilerleyen saatlerinde aksaklıklar giderildi, enerjimizi topladık, dinlendik ve eğlenmeye devam ettik. Günün beklediğimiz ilk konseri Athena’ydı. Saat 6’da sahneye çıkacaklardı. Biz de vakit geçirmek için yedik, içtik, çadırımızın yanında bulduğumuz gölgede yattık, güneşlendik ve bol bol geyik yaptık. Enerjimizi tekrar topladığımız için mutluyduk. Akşam beklediğimiz performanslar vardı. Özellikle Travis bizi heyecanlandırıyordu. Şimdiyse Athena sahnedeydi, hava yavaş yavaş kararıyordu. Marjinal tipler, farklı kıyafetler, çıplaklar, sevgililer, yalnız takılanlar, frizbi oynayanlar, şarkı söyleyenler, bağıranlar, yere sere serpe uzananlar, çocuğuyla gelen aileler, dans edenler, öpüşenler… Kısacası herkes halinden memnundu. Tam anlamıyla özgürlük ve mutluluk vardı kasabada. Tekrar performanslara dönelim. Athena bildik eğlenceli tavırlarıyla, şarkılarıyla sahneyi, seyirciyi ısıtan Athena’ydı. Eski yeni demeden çalmışlardı; güzeldi yani. İlk günkü Motorhead manyaklığımdan sonra ikinci gün için de diyorum ki Skunk Anansie… Faitfullness şarkısıyla adını duyuran Skin’in solistliğini yaptığı İngiliz rock grubu. Ana sahnenin uzağındaydık sahneye çıktıklarında. Müzik başladı ve yerimizden kalkıp sahneye yaklaştık. Bizi etkisi altına aldı grup ki konserden önce ‘ulan bi faithfullness çalsalarda dinlesek’ geyikleri yapıp öyle kendi halimizde takılıyorduk. Sahneye çıktıkları andan itibaren hayranlıkla ve keyifle dinledik Skunk Anansie’yi. Tavsiye ederim bir göz atın internetten. Skin büyüksün. Saat 9’da yine pek fazla adını duymadığım İskoç şarkıcı Paolo Nutini sahne aldı. Benden 1 yaş büyük olan bu İskoç oğlan çok da sert olmayan hafif country tarzda çalarak dans etmemizi sağladı. Havanın kararması, kalabalığın coşkusu, alkolün etkisi derken biz de o an bıraktık kendimizi müziğin ritmine. Kafa sallayıp, pogo yapmadık, dans ettik sadece. Keyfi ayrıydı gerçekten. Şarkılarını indirmeye başladım bile. Gecenin son bombası ise Travis’di; tabi bizim için son bomba. Aslında Travis’ten sonra Moby çıktı ve kapanışı o yaptı ama Moby bizim ekibi sarmadığı için dinlemedik. Travis’e gelelim tekrar. Kalabalık had safhadaydı diyebilirim. Özellike Travis için son gün epey bir katılım olduğunu biliyorum. Kalabalığın hakkını fazlasıyla verdiler. Umarım onları tekrar ülkemizde dinleme fırsatı yakalarız. Konserden sonra eşyalarımızı topladık saat 12 civarıydı. Birkaç saat sonra evimizdeydik. Yorgun, yanık ama çok keyifli,huzurlu ve mutlu bir şekilde…
Benim gözümden 2 günün özeti budur. Müzik dolu, keyifli, stresten uzak bir hafta sonu geçirdim. 2013’ü iple çekiyorum. Artık daha tecrübeli kampçılarız. Güneş kremi, mat, diş macunu, şampuan, her turlu mevsime ve hava şartlarına uygun kıyafetler vs. Günsu, Ahmet ve Hikmet… İyi ki beraberdik, süper bir festival geçirdik birlikte. Bol bol eğlendik, müziğe doyduk…
İyi ki oradaydık…