Modern hayatın temposu, sürekli hareket, kargaşa, sosyal ve iş hayatınızdaki sıkıntılardan bir nebze de olsun uzaklaşmak için; özellikle sadece hafta sonunuzun size ait olduğunu da düşünürsek bu 2 değerli günün hakkını vermek adına yapılacak en güzel şeylerden biri hafta sonu kaçamakları…
İş bu ve benzeri sebepleri de düşünerek geçen hafta düştüm yollara. Sabiha Gökçen’den 1 saat 15 dakikalık uçuşla Güneydoğu Avrupa’nın en büyük şehirlerinden biri sayılan Belgrad’da soluğu aldım.
Belgrad fikri özellikle interrail maceramdan sonra ‘hafta sonları hangi şehirlere kaçabilirim’ araştırmalarım sonucunda ortaya çıktı. Öncelik; tabi ki vizesiz olan ülkelerdi. Araştırmalarım sonucunda konumu, ekonomik oluşu ve sahip olduğu tarihi ve kültürel yapısı sebebiyle her geçen gün daha çok turistin uğrak yeri olan Belgrad gidilecek yerler listesinin en başında yeri aldı.
Yazıyı rakamlar ve şehrin tarihiyle boğmamak adına orada geçirdiğim 2 gün boyunca neler yaptığımı anlatayım.
Öncelikle şunu belirtmeliyim; Belgrad 1.2 milyonluk nüfusuyla Tuna ve Sava Nehri’nin birleştiği platoda yer almakta.
Kısa yolculuğun sonunda Nikola Tesla Havaalanı’na vardım. Hava alanından şehir merkezi toplu taşıma ile yaklaşık 15-20 dakika. Ama sıkıntı büyük; Güney İtalya’da karşılaştığım sorun; İngilizce bilen yok muuuu!!!
Neyse ki hava alanından çıkınca rastgele shuttle buldum ve attım kendimi hemen. Ama dakika bir gol bir; üzerimde Euro var ve otobüste para toplayan adam Euro’yu kabul etmiyor; anlaşmaya çalışıyoruz ama nafile. Neyse ki yanımdaki yaşlı amca az da olsa İngilizce biliyormuş ve yardım etti. Para toplayan görevliyi ikna etti ve ayak üstü benim 50 Euro bir anda 6000 Dinar’a döndü ve görevli bilet parasını kesip; para üstünü Dinar olarak geri verdi bana. Elimde bi tomar para oldu bir anda. Hesabın doğru olduğunu varsayarak yaşlı amcayla sohbete başladık. Sağ olsun şehir konusunda baya bilgi verdi. Nereye nasıl gidilir, ne yenir, nerede ne yapılır gibi.
15 dakika sonra kalacağım otelin en yakınındaki durakta indim. Öğle vaktiydi; hemen otele yerleşip; attım kendimi sokaklara. Otelden bir harita aldım. Harita fena değildi; çözmesi zor değildi ama Roma’daki turist haritaları kadar kullanışlı değildi. Bilenler bana hak verecektir; Roma’yı hiç bilmeseniz de Turist infolardan aldığınız haritayla çok rahat gezebilirsiniz şehri; ki 3,5 günde Roma’nın altını üstüne getirdik yaya olarak.
Neyse… İlk durak tabi ki Belgrad Fortress; içinde yer alan Kalemegdan ve hayvanat bahçesi oldu. Hatta akşama kadar orada vakit geçirip; akşam soluğu Knez Mihaliova’da aldım.
Belgrad Fortress; adından da anlaşılabileceği gibi büyük bir orman. Aynı bizim Belgrad Ormanı; ama farklı olarak içinde tarihi bir kale, savaş müzesi, Osmanlı dönemine ait bir türbe ve hayvanat bahçesi gibi yapılar mevcut. 1 gün boyunca burada çok keyifli vakit geçirmeniz garanti; gerek kalenin tarihi yapısı, manzarası, içinde bulunan nezih cafe ve restoranlar; gerekse hayvanat bahçesinde geçireceğiniz birkaç saat…
Önce kaleye çıkıyorum. Manzara Tuna ve Sava Nehri… Gün batımını izlemek müthiş. Bol bol fotoğraf ve enerji depolayarak; hayvanat bahçesine doğru devam ediyorum. Bu arada kalenin girişi ücretsiz; ayrıca hemen solda kalan savaş müzesi 150 dinar, hayvanat bahçesi ise 280 Dinar (yanlış hatırlıyor olabilirim ama aşağı yukarı bu rakamlar) Hayvanat bahçesini de gezdikten sonra kendimi ormanın içinde hediyelik eşya bakarken buluyorum; tabi bol bol oksijen de cabası.
Keyifli saatlerin ardından soluğu ünlü Knez Mihailova caddesinde alıyorum. Belgrad Fortress’ın hemen karşısında bu ünlü cadde. Bizim İstiklal Caddesi’ni düşünün. Neredeyse aynı ama bizdeki gibi kaos ve kalabalık yok. Gayet rahat bir şekilde yürüyebiliyorsunuz. Ünlü ünsüz markaların yer aldığı sağlı sollu sıralanan dükkanlar, yemek yiyip; bir şeyler içebileceğiniz restaurant, cafeler, tursitler ve sokak sanatçıları… Ambians gayet güzel. Caddenin ilerisinde de Sırbistan Ulusal Parlamentosu ve Posta Merkezi gibi birçok önemli yapıya ev sahipliği yapan Cumhuriyet Meydanı ( TRG Republica) var.
Araya minik bir not; şehrin şu anki merkezi olan bu yerde, 18. yüzyılda Avusturyalılar tarafından, İstanbul’a açılmak amacıyla Stambul Kapısı adı verilen bir yapı inşa ettirilmiş ve kapı,19. yüzyıl sonlarına doğru şehirde Sırp otoritesi sağlandıktan sonra yıkılmıştır. Bu tarihten sonra şehrin karakteristiğini oluşturan binalar sırayla yapılmaya başlanmış ve meydan bugünkü hâlini almıştır.
Meydan kendine has güzelliğiyle gayet sıcak ve keyifli. Yarım saat oturup dinlendikten sonra yine bizim Çiçek Pasajı benzeri meyhane ve restoranların olduğu minik ama çok şirin Skadarlija’ya gidiyorum. Sokak çok kısa ama Arnavut kaldırımları, mekanlardan gelen hoş kokular, Sırp ezgileri gayet keyif almanızı sağlıyor. Vaktim olmadığı için bir mekana girmedim ama sokakta çok hoş lezzetleri bulabileceğiniz restaurantların olduğu aşikar. Keyifliydi orada bulunmak. Belgrad’a gidip de oraya gitmemek olmaz.
Tekrar Knez Mihailova’ya geliyorum ve akşam yemeği için lüks bir restorant arıyorum kendime. Caddenin merkezinde Vapiano diye bir yere giriyorum. Sonradan öğrendim ki Bağdat Caddesin’de de bir şubeleri varmış. Ton balıklı pizza siparişim verip başlıyorum sabırsızlıkla beklemeye. 10 dakika sonra her şey hazır. Parmaklarımı yiyorum adeta. Kesinlike gidip bu mekanı ve pizzalarını denemelisiniz. Ayrıca makarnaları da enfes gözüküyor. Bu arada lüks restaurant demiştim ya pizza ve kolaya 20 lira civarında para ödüyorum. O kalitede bi restaurantta İstanbul’da yemek yesem çok daha fazla hesap öderdim.
Bu arada 1870’lerin sonlarında inşaa edilmiş bir çok tarihi binayı, alışveriş merkezlerini, restoran ve kafeleri barındıran, araç trafiğine kapalı, Belgrad’ın en eski ve değerli heykelleri ile yasalarla koruma altında bulunan Knez Mihailova Caddesi ile ilgili de kısa bir bilgi vereyim. Caddenin bulunduğu alan Osmanlı döneminde bahçelerle bezenmiş sokaklar, çeşmeler, camiler ve dükkanlar ile oldukça önemli bir merkez konumundaydı. 1870 yılında şehir yöneticileri tarafından Ulica Kneza Mihaila adı verilen caddenin tarihi, Roma dönemine kadar uzanmaktadır.
İkinci ve son günümde Belgrad’ın bir başka güzel tarafı Ada Ciganlija’ya gittim. Belgrad’ın Sava Nehri’ne bakan yakasında bulunan ada sonradan yapay olarak kıyıya bağlanmış ve bir yarımada olmuştur. Ada, aynı zamanda kıyı bağlantısıyla oluşan yapay Sava gölü ve gölün plajını tarif etmede kullanılır. Adaya ayak basar basmas hemen bir bisiklet kiraladım ve yaklaşık 2 km parkuru tamamlayarak soluğu güzel bir kafede aldım. Ciganlija’da çeşitli su sporları, bunge jumping gibi aktiviteler yapabiliyorsunuz. Göle girmek de cabası; hatta plajlardan biri çıplaklar plajı olarak geçer; gittim gördüm:) Son dönemlerde artan popüleritesine bağlı olarak Ada Ciganlija, “More Beograda” (Belgrad’ın Denizi”) olarak adlandırılmaya başlanmış, bu slogan 2008’de “More BeogrADA” olarak resmi tanıtım sloganı olmuş.
Adada havayı karartınca tekrar merkeze gidip gezmeye başlıyorum. 20 dakikalık bir yürüyüşün ardından tekrar Knez Mihailova’ya gelip; bu kez de dilim pizza deniyorum. Belgrad’da en çok ilgimi çeken noktalardan biri neredeyse her yerde İtalyan pizza ve makarna yapılan mekanların olması. Hatta İtalya’da bulamadığım lezzeti burada buldum diyorum kendi kendime; ilginç. Dilim pizza ve kolaya da çok cüzzi bir para verip karnımı doyuruyorum. Biraz daha caddenin tadını çıkardıktan sonra; hafif bir yorgunlukla otelin yolunu tutma vakti. Ertesi gün sabah uçağıyla İstanbul’a dönüş…
Şimdi diyeceksiniz ki peki ya gece hayatı… 2 gün vaktim olduğu için enerjimin tamamını şehri ve görülmesi geeken yerleri harcayarak geçirdim. Dolayısıyla gece hayatını pas geçmek zorunda kaldım.
Yazının sonunda birkaç maddeyle işinize yarayabilecek noktaları vurgulayacağım ama öncesinde son olarak şunu söylemeliyim ki Belgrad’a gitmeyelim’de taşa mı dönelim:) Kesinlikle gidin, görün efendim. Huzurlu, sakin, stres atabileceğiniz bir hafta sonu geçireceksiniz. Benim 2 günüm olduğu için ancak bu kadar gezebildim ama daha Nikola Tesla Müzesi, Zemun, Nova Sad, meşhur TV kulesi vs birçok görülecek yer var şehirde. Yakın zamanda tekrar gideceğim için buraları ikinci partiye bıraktım. Özellikle gece hayatını:)
Vaktiniz var ise 3 ya da 4 günlüğüne gidin. Şehrin tadını daha fazla çıkararak gezersiniz.
Sırbistan henüz gittiğim 5. ülke. Haziran’da rota bu kez Norveç. Çıkabildiğim kadar kuzeye çıkacağım. Sabırsızlıkla o günlerin gelmesini bekliyorum.
TAVSİYELER VE NOTLAR
-Yanınızda Dinar bulundurun. Sadece Euro ile gitmeyin. 1 Euro 120 Dinar aşağı yukarı. 2 günde lüks yaşayarak:) sadece 35 Euro harcadım. Emin olun backpacker ruhumu da yanıma alarak gitseydim bu paranın 3 te 1 ini harcayarak geri dönerdim. Şehir gerçekten ucuz.
-Belediye otobüsleri Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi Belgrad’da bedava! Yani kontrol neredeyse sıfır ve eğer binince kart okutursanız insanlar garip bir şekilde yüzünüze bakıyor. Hatta ilk bindiğimde şöföre biletim olmadığı için para uzattım (e usulü henüz bilmiyorum tabi). Adam suratıma bile bakmadın elinin tersiyle bilete gerek yok işareti yaptı. Mesajı alıp sakince oturdum yerime.
-Merkezde kalabileceğiniz çok güzel ve çok ucuz hosteller mevcut. Ben ilk kez gittiğim için otel de kaldım. (Hotel Tulip Inn Putnik, giderseniz Alexandria’ya selamlarımı iletiniz,yardımsever resepsiyon görevlisi:) )
-Kesinlikle gitmeden en az 2-3 ay önce uçak biletinizi alın. Zaten çok ucuza mal edeceğiniz gezinizi daha da ucuza getirebilirsiniz.
-En ucuz şey tabi ki alkol. Bol bol tüketiniz.
-Hava alanından merkeze shuttle var (A100 numaralı) ama 300 Dinar verdim. Sonradan öğrendim ki hiç para vermeden belediye otobüsleriyle gelebilirmişim. Büyük para kaptırdım orada. Shuttle görünce atlamayın hemen benim gibi.
-Son olarak Belgrad’a gitmeden kafanıza takılan bir şey ya da tavsiye ihtiyacı olursa; ben buradayım.
Yola çık; yol açık…
Belgrad’a bırkaç kez gittim ama sizin kadar gezmemişim. Yazıyı okuyunca tekrar oralara gıttım. Tesekkurler